Tanzimat Dönemi ile başlayan Batı hayranlığı ve İstiklal Zaferinden sonra devam eden Türkiye’nin yüzünü batıya dönme süreci, zaman içerisinde örf, adet, ahlak ve kültürümüzü olduğu gibi dilimizi de etkilemiştir.
Batılılaşma ile Arapça-Farsça ve hatta bir medeniyet dili Osmanlıca dahi kelimelerin dilimizden tasfiyesi yapılarak, yerine batı kökenli kelimeler sızmaya başladı.
Gelişen teknoloji ile günlük yaşamımıza giren yabancı kelimelere, kitle iletişimden kaynaklı hatalar ve batı hayranlığı da eklenince dilimizde yozlaşma kaçınılmaz oldu.
Gelişen ve değişen teknolojiye yetişemeyen, 1932 yılında kurulan Türk Dil Kurumu, yabancı kelimelere karşılık bulmada geç kalıp bulunan kelimelerin telaffuzu zor olması veya halka tanıtımının yapılamaması ile “onaylamak” yerine “konfirn” eder, “taklit” yerine “imitasyon” kullanır, yazımızı “yazıcı” dan değil “printer” den alır, hatta dilimizi bozmak yerine “dejenere” eder olduk.
Mesajlaşmalardaki 160 karakter sınırlaması ile kelimelerde yazım hatalarını meşrulaştırıp birbirimize “selam” vermez “slm” eder, “nasılsın” diye değil “nbr” diye hal hatır sorar olduk. Ticari tabelalarda farklı görünme adına x-q-w gibi harfler kelimelerimizi işgal etmiş, bir de gençlerimizin ‘cool’ görünmeye çalışması bunlara eklenince ş-ç-ğ harflerimiz kelimelerden çıkarak yerine sh-ch-gh kullanımı sosyal ağlarda arttırmasıyla dilimizi artık tanıyamaz olduk.
Kitle iletişimin hataları dilimizdeki bozulmaları tetiklemiştir. Haber spikerlerinin yaptığı diksiyon hataları, eğlence programlarında halktan biri olma adına argo konuşmaların artması dilimizdeki yozlaşmanın tepesine tüy dikti.
Konfiçyus’a sormuşlar; “Bir ülkeyi yönetmek için çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?” Konfiçyus bu soruya “Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle başlardım. Dil düzensiz olursa, sözler düşünceyi anlatamaz. Sözler düşünceyi anlatamazsa, yapılması gereken işler yapılamaz. Görevler gereğince yapılamazsa, adetler ve kültür bozulur. Adetler ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını bilemez.” diyerek cevap vermiştir.
Gençlerimizin dilimizi yanlış kullanımının ve sonucunu düşünmeden dilimize yaptıkları yozlaştırma merakından en kısa sürede arınması için çocuklarımızda farkındalık bilinci aşılayarak, toplum hayatında önemli bir yere sahip olan yazılı ve görsel medyanın Türkçe konusunda daha hassas davranması ile kendi öz kültürümüzü koruyarak, kültür hazinemizi ve gelecek kuşaklara bozulmadan aktarmalıyız.
YORUMLAR