Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
Sosyal Medya

Üçüncü İntifada ya Doğru

İsrail’in havadan, karadan ve denizden başlattığı Gazze saldırısına tüm ağırlığı ile devam ettiği bildirildi.

İsrail'in havadan, karadan ve

 Prof. Dr. Birol Akgün
“İsrail’in havadan, karadan ve denizden başlattığı Gazze saldırısı tüm ağırlığı ile devam ediyor. Bu yazının yazıldığı sırada 12 saatlik geçici “insani” ateşkes yürürlüğe girmişti. İçinde Türkiye, Mısır, Katar ve ABD’nin de bulunduğu barış inisiyatifi Paris’te kalıcı ateşkes için toplantıya çağrılmıştı. İsrail sahip olduğu teknolojik silah üstünlüğüne rağmen, Hamas ve Filistin halkının “insanüstü” direnişine karşı çaresiz kalıyor. 2012 şartlarında ateşkes için bastıran tarafın Hamas değil de İsrail olması ironiktir. Netanyahu hükümeti ummadığı kadar sert bir direnişle karşılaştı. 2006’daki Lübnan savaşından sonra en büyük asker kaybına uğradı. Elbette ki, saldırılardan en çok Filistin halkı etkileniyor. Çatışmaların başından itibaren hemen hemen tamamı sivillerden oluşan 835 kişi hayatını kaybederken, 5 bine yakın kişi ise yaralandı. Özellikle çocukların ölümü İsrail’e karşı kin ve nefreti artırmaktadır.

İsrail’i Ateşkes İstemeye İten Nedenler

Öncelikle belirtmek gerekir ki, İsrail’i ateşkes istemeye zorlayan en önemli nedenlerin başında üç haftadır süren çatışmalarda beklemediği Hamas direnişiyle karşılaşması ve yüksek can kaybı gelmektedir. Hamas 2009’dan bu yana uzun dönemli bir direniş için hazırlık yapmaktadır. Zira Hamas’ın askeri kanadı olan İzzettin Kassam Tugayları, her birkaç yılda bir tekrarlanan benzeri saldırıları engellemenin en etkin yolunun olabildiğince çok İsrail askerini öldürmek olduğuna kanidir. Nitekim 2006 yılında Lübnan’a saldıran İsrail’in Hizbullah’ın güçlü karşı saldırısı sırasında, sayısı 40’ı bulan asker ve sivil kayıplarından sonra son sekiz yıldır sınırda bir daha çatışmaya girmemiştir. Şimdi de aradaki eşitsiz silah gücüne rağmen gerilla taktikleriyle Hamas’ın İsrail ordusuna karşı çok ciddi kayıplar verdirdiği gözlenmektedir. Hamas 52 kişiyi öldürdük derken, İsrail ordusu ölü sayısını 35 olarak açıklamaktadır.

Asker kayıplarının yanı sıra, Hamas’ın fırlattığı ilkel roketler de özellikle büyük şehirlere kadar ulaşmaktadır ve milyonlarca İsrail vatandaşını tedirgin etmektedir. Yine havaalanlarına düşen Hamas roketleri de bir anda İsrail’in dünya ile olan hava ulaşımının kesilmesine neden olmuştur. İsrailliler bir anda kendilerini Gazzelilerin yıllardır yaşadıkları şartlarda, kuşatılmış ve yalnız hissetmeye başlamışlardır. Öte yandan çatışmaların Kudüs ve Batı Şeria’daki Filistin yerleşim yerlerine sıçraması ise bir anda “Üçüncü İntifada” çağrılarına neden olmuştur. Gerçekten de böyle bir senaryo İsrail’i yöneten siyasi elitler için hiç de arzu edilir bir durum değildir. Zira Birinci (1987-93) ve İkinci İntifada (2000-2008) döneminde İsrail ve Filistin toprakları tam bir ateş sarmalı haline gelmiş; binlerce kişi hayatını kaybetmiş; yüz binlerce Filistinli hapishanelerde yatmıştır. Dünyadaki İsrail karşıtlığı ise giderek artmıştır.

2014 Gazze saldırılarının İsrail açısından umulmadık kötü bir sonucu ise küresel düzlemde hiç umulmadık şekilde yaygın halk tepkilerinin ortaya çıkmasıdır. Eskiden BBC ve CNN gibi TV kanallarını siyasi baskıyla kontrol edebilen İsrail lobileri sosyal medya gerçeği karşısında etkisiz ve çaresiz kalmaktadır. Venezüella’dan Londra ve Washington’a kadar dünyanın dört bir yanında İsrail karşıtı kitlesel gösteriler her geçen gün artmaktadır. Denilebilir ki, ilk kez İsrail’e karşı kendiliğinden bir “küresel vicdan” hareketi ortaya çıkmıştır. İsrail’in her eleştiriyi antisemitizm retoriği üzerinden bastırma yeteneği ise işe yaramamaktadır. Hatta denilebilir ki, İsrail merkezli holokost mağduriyetine dayalı söylem de İsrail ordusunun kadın ve çocukları acımasızca öldürmesi karşısında giderek anlamını ve işlerliğini yitirmektedir. Somut ve çarpıcı acı ölümleri ve masum çocuk cesetlerini canlı yayınlarda veya Youtube gibi medya organlarında izleyen dünya insanlığının vicdanında İsrail imajı mağduriyetten zalimliğe dönüşmektedir. Netanyahu yüksek teknolojiye sahip ordusunun gücüyle sahada nihai olarak Hamas’ı bitirse dahi, siyasi olarak uluslararası kamuoyunun gözünde mağdur, sorgulanamaz, eleştirilemez ve dokunulamaz imajını kaybedecektir.

Hamas’ın Stratejisi

Hamas her ne kadar bir direniş örgütü olarak daha çok askeri bir yapı olarak bilinse de, aslında 2006’dan bu yana Gazze’de demokratik yollarla iktidara gelen bir siyasi partidir. Dolayısıyla gerilla hareketlerini organize etmek kadar, Filistinlilerin geleceğine ilişkin kalıcı bir çözüm konusunda da siyasi stratejiler geliştirmektedir. Bu son çatışma öncesinde Hamas aslında askeri yönüyle değil, son yıllarda artan bir şekilde izlediği nispeten esnek siyasi stratejilerle dikkat çekmektedir.

Özellikle 2005 yılından itibaren Türkiye ile temasa geçen siyasi lider Halid Meşal’in attığı adımlar oldukça çarpıcıdır. 2006 yılında demokratik seçimlere girmesi ve kazanması; 2007’den itibaren Gazze’yi siyasi ve idari olarak yönetmesi; 2011’de başlayan Suriye iç savaşında İran’a rağmen Beşşar Esed’in karşısında durması ve nihayet en son olarak Mahmut Abbas’ın belirlediği şartlarda Filistin ulusal hükümetinin kurulmasına destek vermesi Hamas’ın bölgede siyaseten sıkışmasından çok stratejik tercihe dayalı normalleşme arayışı olarak görülmelidir. Ancak gerek ABD’nin gerekse İsrail’in Hamas’ın meşruiyet ve normalleşme arayışının bölgesel barış açısından önemini yeterince takdir edemedikleri anlaşılmaktadır. Burada uzun zamandır Tel Aviv’i yöneten aşırı sağ koalisyon partilerinin ve özellikle de Netanyahu’nun uzlaşmaz ve mağrur duruşunun rolü vardır. Oslo’yu imzalayan Rabi’nin aşırı sağcı bir Yahudi tarafından 1995’te öldürülmesinden bu yana İsrail siyasi elitleri Filistin konusunda ne yazık ki rasyonaliteyi yitirmiş; aşırı sağın söylemleriyle hareket etmeye başlamışlardır. Liberman-Netanyahu ikilisinin Türkiye dahil bölgedeki dost ülkelerle arasının bozulmasının arkasında da bu sert ve anlaşılmaz tavırları vardır. Bu mağrur duruş İsrail’in stratejik aklını körleştirmekte ve bölgede yepyeni sorunlara yol açmaktadır.

Son Gazze saldırısının arkasında, Hamas’ın normalleşme arayışlarının ardında Filistin davasının konjonktürel olarak bölgesel desteklerinin zayıflamasının yattığı şeklindeki İsrail değerlendirmesinin yattığı söylenebilir. Zira Mursi sonrası Mısır bugün yeniden İsrail’e yakındır. İran, Suriye’deki iç savaşta Hamas’ın Esed karşıtlığı nedeniyle Hamas’tan desteğini çekmiştir. Üstelik Batıyla yürüttüğü stratejik yakınlaşma politikası nedeniyle İsrail’i kızdıracak siyasi manevralardan kaçınmaktadır. Suriye ve Irak kaos içindedir ve S. Arabistan ve körfez ülkeleri ise Arap Baharı süreci nedeniyle Hamas tipi halk hareketlerinden nefret etmektedirler. Geriye yalnızca Türkiye kalmaktadır. Bu algılama doğru bir okuma şekli değildir. Gerçekte bölge dengeleri hiç olmadığı kadar kırılgandır. Filistin’de uzun sürecek bir “üçüncü intifada”nın başlaması durumunda bu hareket yalnızca işgal altındaki Filistin ile sınırlı kalmayacaktır. Mısır’da El Sisi’yi devirecek “İkinci Tahrir İntifadasını” tetikleyebilir. Başta Ürdün olmak üzere Körfezdeki tüm otoriter monarşiler bir anda durdurduklarını zannettikleri Arap Baharının yeni dalgaları ile karşı karşıya kalabilirler. Bölgedeki tüm stratejik hesaplar alt üst olabilir.

Dolayısıyla Hamas’ın İsrail’in 2012 şartlarında ateşkes ilan etme isteğini reddetmesini ideolojik bir körlük olarak görmek yeterli bir analiz olamaz. Hamas üç şeyi arzu etmektedir. Birincisi, İsrail ile yapılacak antlaşmada Filistinlilerin insanca yaşaması için gerekli olan şartların garanti altına alınmasıdır. Bunların başında da kara ve deniz ablukasının kaldırılması ve Gazze’nin dünya ile normal ticari ilişkilerinin başlatılmasıdır. Türkiye’nin de Mavi Marmara olayı sonrasında İsrail’e ilettiği taleplerden biri de buydu. İkincisi ise Refah sınır kapsının açılmasıdır. Üçüncüsü ise Hamas’ın meşru aktör olarak görülmesidir. Zaten açık hava hapishanesine dönen Gazze halkı normal bir hayat süremediğine göre, çatışmalardan kaynaklanan kayıpları da bir süre daha göze alabilecektir. Ancak İsrail kamuoyunun artan askeri kayıplarını ne kadar tolere edebileceği ve yeni bir intifadanın yaratacağı risklere katlanmaya hazır olup olmadığı ise tartışmalıdır. Ayrıca İsrail dostu komşu Arap coğrafyasındaki halk hareketlerinin (Arap baharı sürecinin) yeniden ivme kazanması durumunda bölgedeki stratejik dengelerin nasıl etkileneceğinin de muhasebesi Tel Aviv, Londra, Washington, Moskova ve Brüksel gibi başkentlerde yapılacaktır.

Sonuç olarak, İsrail Hamas’ın ve Filistin’in konjonktürel yalnızlığını kendisi lehine kullanmak isterken bugün tuzağa düşmüştür. Üçüncü İntifada olasılığı ciddi bir tedirginlik yaratmaktadır. Hamas stratejik olarak yeniden güç kazanmış, Abbas’ın eli ise zayıflamıştır. El Sisi’nin Abbas üzerindeki etkisi ise hiçbir işe yaramamaktadır. Üstelik çatışmanın uzaması bizatihi darbe yönetiminin siyasi meşruiyetini de zayıflatmaktadır. Öte yandan Mısır’ı yanına alan İsrail ve Amerika bölgede Türkiye olmadan barışın dahi kurulamayacağını bir kez daha anlamışlardır. Hamas bu süreçte ambargo kalkmadan veya hafiflemeden ateşkesi kabul etmeye yanaşmayacaktır. Son olarak, Gazze çatışması bize şunu da gösterdi: Artık savaş ve barış yalnızca hükümetlerin kararı ile başlayıp bitmiyor. Özellikle Orta Doğu’da Arap baharı süreciyle başlayan yeni dönemde herkes sokağın gücünü ve dolayısıyla halkın beklentilerini ve kamuoyunun nabzını dikkate almak zorundadır. İsrail dahil her aktörün, dünyanın ve bölgenin yeni siyasi ve sosyolojik gerçeklerini göz ardı etmesi mümkün değildir.”