SDavutoğlu, Süleymaniye Camisi’nde düzenlenen “Medeniyetimizin Mimarı, Sinan’ı Anlamak” programında yaptığı konuşmada, son bir hafta içinde dört mekanda çok farklı hislerle bulunduğunu dile getirdi.
Geçen hafta Diyarbakır Sur’daki Ulu Cami’de bulunduğunu anımsatan Davutoğlu, “Yıkılmaya, tahrip edilmeye çalışılan o güzelim sahabiler şehri, Sur’un kalbinde Ulu Cami’de Cuma namazını idrak ettikten sonra, Sinan’ın devrinin büyük devlet adamı Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa’nın inşa ettiği Hasan Paşa Hanı’ndaydık. Orada, Sur’u nasıl ihya edeceğimizle ilgili kanaatlerimizi paylaşırken, şehir idrakinden, medeniyet idrakinden bahsetmiştim.” ifadesini kullandı.
Dün, Sultanahmet Camisi’nde Cuma namazını kıldığını hatırlatan Davutoğlu, ardından insanoğlunun gördüğü en muhteşem, en deruni eserlerden biri olan Ayasofya’nın içinde, ruhu etkileyen kelam ile mekanın tekrar buluştuğu güzel bir toplantıya katıldıklarını aktardı.
Bugün de Mimar Sinan’ın ve Süleymaniye’nin huzurunda bulunduklarını dile getiren Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Aslında siyasetin, ilmin, tefekkürün, şiirin, sanatın hepsi bu mekanlarda gizli, anlayabilene, keşfedebilene, bu mekana kendi gönlünü, aşkını verebilene. Süleymaniye ile şahsi ilişkim de var. Çünkü senelerce Süleymaniye’nin civarında Bilim Sanat Vakfı’nda dersler verdim. Her seferinde sabah namazında bazen öğrencilerle Süleymaniye’de buluştuğumda, bu mekanın, o sabah güneşinin doğuşu esnasındaki halini, bize söylediklerini anlamaya çalışırdım. Sare Hanım da yıllarca Süleymaniye Kadın Doğum Hastanesi’nde çalıştı. Onun nöbetinden bir fırsat bulduğumda, gecenin nurani karanlığında Süleymaniye’nin nasıl bir maneviyat hissettirdiğini hep içinde yaşayarak gördük.”
MİMAR SİNAN BÜYÜK BİR ZİHİN
Davutoğlu, Mimar Sinan’ın büyük bir zihin, büyük bir deha, büyük bir sanatçı ama her şeyden önce bir gönül ehli olduğunun altını çizerek, aynı zamanda ‘Sermi maran-ı cihan Sinan bin Abdülmennan. El fakir, el hakir’ diye imza atan bir ahlak abidesi olduğunu dile getirdi.
Bir mimari eseri gelecek nesillere bırakan ve gelecek nesillerin o mimari eseri bir ulvi terennüm haliyle seyretmesini, onu temaşa etmesini sağlayan bazı temel unsurlar olduğunu vurgulayan Davutoğlu, şunları kaydetti:
“Birisi, mimari eserin çevreyle, doğayla, tabiatla olan ilişkisi. İstanbul’u diğer mekanlardan ayıran en önemli hususiyeti, dünyanın en güzel topoğrafyasına sahip olmasıdır. Bir vesileyle zikretmiştim; Medine ve Mekke vahyin ruhunu, Kudüs tarihin ruhunu, İstanbul ise doğanın ruhunu temsil eder. Anasır-ı erbaa en iyi şekilde İstanbul’da buluşur. Boğaziçi’ne baktığınızda suyun bir dans edercesine toprakla nasıl buluştuğunu hissedersiniz. Tarihi Yarımada’ya baktığınızda yedi tepede, toprakla havanın buluşmasına şahit olursunuz ve bir şafak ya da grup vaktinde, İstanbul’a baktığınızda ateşin, yani güneşin bu hava, su, toprak ile buluşmasına şahitlik edersiniz.
Mimar Sinan, bütün bu cemali, güzelliği, bütün yönleriyle görüp, eserleriyle bu tabiata öyle bir mühür vurdu ki hiçbir aykırılık, hiçbir çelişki böyle bir mührün izini bozamadı.”
6 ÖNEMLİ MEKAN
Davutoğlu, gözlerini ayırmadan ebedi olarak kalmayı arzu ettiği mekanlar olduğunu ifade ederek, bu anlamda kendisi için önemli 6 mekanı şöyle anlattı:
“Birisi Zeytin Dağı’ndan baktığınızda Mescid-i Aksa. Bir gece vakti gitmiştim, sabah güneş doğana kadar gözümü ayıramadım. Çünkü oradaki tabiata öylesine nakşedilmişti ki Mescid-i Aksa, güzellikler güzelliği bir toprağın üstünde, güzeller güzeli bir mimari eser. Bir diğeri, Tac Mahal. Gideni büyüleyen, baktığınızda simetrinin, ahengin, insanın tasavvur edebileceği bütün güzellikleri bir mimari eserde buluşturan bir şaheser. Bir başkası El Hamra Sarayı. Gırnata’dan baktığınızda herhalde bu toprakla, bu mekanla, bu kadar iyi buluşmuş ikinci bir eser yapmak mümkün değil diye düşünürsünüz. Bir başkası Mostar Köprüsü. Bir inci gerdanlık gibi iki yakayı birbirine birleştirirken, onun bir insan zihninden değil de bir estetik ve ortak manevi halden üretildiğini görürsünüz. Ama en büyüleyicilerin iki tanesini sona sakladım. Biri Selimiye. Onun için ustalık eseridir. Selimiye’ye bakın eğer, gözünüzü ayırmadan bir müddet durduğunuzda bir daha gözünüzün oradan ayrılmasını istemezsiniz. O kadar güzel. Ne açıdan bakarsanız bakın güzel ve sonuncusu, Tarihi Yarımada’nın silüeti.”
MİMAR SİNAN İLE ŞEHRİMİZİN O ZENGİNLİĞİNİ KEŞFEDİYORUZ
İstanbul’un kalbinde büyüdüğünü ama hep Salacak’ta bir evinin olmasını istediğini belirten Davutoğlu, “Çünkü kalbinde büyüdüğünüzde o şehrin güzelliğini içeriden yaşıyorsunuz da bazen dışarıdan temaşa etmek istediğinizde, en güzel silüetlerden birini oradan görürsünüz. Tarihi Yarımada… Boğazdan şehre doğru gelirken eminim Mimar Sinan’ın da zihninde o vardı. Süleymaniye öyle bir durur ki bir dağ ama öyle işlenmiş bir dağ. Ondan sonra eser yapanlar, bu mekana eser ikram edenler hep Süleymaniye’yi ve tarihi silüetin içindeki ahengi göz önüne aldılar. Hiçbir zaman Tarihi Yarımada’ya ve Süleymaniye’ye şirk koşmaya, şerik koşmaya kalkışmadılar. Hep küçük, zarif mimariyle yapılmış eserlerle Süleymaniye ile bütünlük oluşturmaya çalıştılar.” ifadesini kullandı.
İstanbullular’ın çok şanslı olduğunu dile getiren Başbakan Davutoğlu, “Böyle bir mekanda yaşamak başlı başına bir meziyet, Rabbimizin büyük bir ikramıdır. Onun için biz, her zamankinden daha çok bu ikrama layık olmaya çalışmak durumundayız. Mimar Sinan buna layık olduğu için bugün Mimar Sinan’ın eserleri hepimizi büyülüyor. Mimar Sinan bunu göz önüne aldığı için bugün biz Mimar Sinan ile düşünüyor, Mimar Sinan ile şehrimizin o zenginliğini keşfediyoruz.” diye konuştu.
Konuşmasında, Mimar Sinan’ın eserlerinin doğa ile uyumuna vurgu yaptığını ifade eden Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Mihrimah Sultan Camileri, Üsküdar, Edirnekapı… Birinde sabah güneşin doğuşu, akşam ayın doğuşu, diğerinde akşam güneşin batışı, sabah ayın batışı. Demek ki mekanın ruhunu hissetmişti büyük usta ve onun için de hep kendisi için yaptığı o duayı tekrar ederek, ‘Umulur ki dünya durdukça bizden sonra gelenler, bu eserlere insaf ile bakıp bizi hayırla yad ederler’. Büyük ustayı hep hayırla yad ediyoruz. Çünkü o, Rabbimizin lutfettiği mekana saygılıydı. Çünkü o, kendisine intikal eden geleneğe saygılıydı. Çünkü o, o mekanı alıp, üzerinde nakşedilen tarihi silüeti tahayyül ederken hem o mekana hem o şehre saygılıydı.”
Davutoğlu, “Eğer bir gemiyle İstanbul’a doğru yaklaşıyorsanız, bir tarafta Süleymaniye, diğer tarafta da Gökkafes denilen bir ucube yan yana durduğunda bizim nesil Mimar Sinan’dan hiç ders almamış diye insan üzülüyor, mahvoluyor. Tarihi Yarımada’ya şirk koşmak, o yarımadayı tahakküm eden ne eser varsa bu şehre ihanettir. Aynı şeyi Zeytinburnu kuleleri için de söylerim, diğer yapılar için de” diye konuştu.
Toplantıdaki belediye başkanları, Çevre ve Şehircilik Bakanı ve başka bir faaliyet nedeniyle katılamayan Kültür Bakanıyla da konuştuğunu dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:
“İstanbul’u korumaktan daha aziz bir görev olamaz bize ve hepimizin en asli görevi, bu şehri, emanet olarak devraldığımız bu şehri gelecek nesillere en iyi şekilde bırakmaktır. Mimar Sinan’dan ders almış olsaydık, o çok zikrettiğimiz Mimar Sinan’ın aşkını, sevdasını gerçekten yürekten hissetmiş olsaydık, bu aziz şehre, bu aziz şehrin doğasına, dokusuna, tarihine uymayan eserler yapıp şirk koşmazdık. Açık bir muhasebeyle söylüyorum, hepimiz sorumluyuz ve hep beraber bu Mimar Sinan gününde, Mimar Sinan’ın huzurunda, Mimarlar Günü’nde, başta mimarlar olmak üzere bütün meslek erbabına ve başta belediyeler olmak üzere bütün yerel yönetimlere ve başta Çevre ve Şehircilik Bakanımız olmak üzere bütün bakanlarımıza en açık ve net talimatımız, bundan sonra bu şehre hançer gibi saplanan hiçbir eser yapılmayacak.”
Davutoğlu, Sinan’ın elinde bilgisayar olmadığını, animasyon ve simülasyon yapamadığını belirterek, gönül gözüyle, derin estetik gözüyle baktığında hangi eserin nerede en iyi şekilde duracağını gördüğünü anlattı.
EN FAZLA NASIL KAR EDİLECEĞİNİN HESABI YAPILIYOR
Şimdi ise bütün imkanların olduğunu, çok rahat bir şekilde bütün mimarinin neye tahakküm edeceğini görebilecek imkanlara sahip olunduğunu dile getiren Davutoğlu, bunu tahayyül edip veya ekrana yansıtıp görebilecekken onu dahi yapmayıp bir an önce en yüksek binalar inşa edip, en fazla nasıl kar edileceğinin hesaplandığını söyledi.
Davutoğlu, her çağın vereceği ve verdiği hesap olduğunu, İstanbul fethedildiğinde yaklaşık 45-50 bin nüfus bulunduğunu, 1597 kayıtlarına göre nüfusun neredeyse 1 milyona yaklaştığını ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“10 mislinden fazla bir artış, 20 misline yakın bir artış oldu. Mimar Sinan şehrin o gelişimini de göze alarak yeniden imar eden büyük bir şahsiyetti. Şimdi de 100 yıl öncesine göre şehrin nüfusu 10-15 misli arttı. Biz de bu şehri yeniden aynı gözle imar edebilirdik. Son 40-50 yıl içinde İstanbul’da sur içinde ve çevrede yapılan imar faaliyetlerinin hiçbirinde Mimar Sinan’ın fetihten sonra bu şehri dokuyan, 10 misli nüfus artışına rağmen hassasiyetini, nezaketini, zarafetini göremezsiniz. Tek parti döneminde 1960’lara kadar sadece Fatih semtinde 150’ye yakın camimizin, mescidimizin, külliyemizin tahrip edildiğini, yok edildiğini, eski resimlerde var olan eserlerin çoğunun yok edildiğini görürsünüz. Şunu söylemiyorum; şehir gelişecek, doğaldır. Dünyada İstanbul gibi başka bir şehrin sahip olmadığı özellik de şudur ki hem kadim bir birikime sahiptir hem moderniteyi yoğun yaşamıştır hem de küresel bir şehir olma yolunda ilerliyor. New York küresel bir şehirdir ama kadimi, geçmişi yoktur. “
Venedik’in de İstanbul kadar kadim olmadığını ifade eden Davutoğlu, İstanbul’un hem kadim hem modernite esnasında şehre yapılan yollardan, dikilen binalara kadar modernitenin en barbar, vahşi yönünü yaşadığını hem de küresel olmak zorunda bulunduğunu kaydetti.
Davutoğlu, bu coğrafyada bir şehrin başka türlü kendini koruyamayacağını ve gelişemeyeceğini dile getirerek, şunları kaydetti:
“Ama küresel bir şehir olmak kadimi tahrip etmek anlamına gelmez. Küresel bir şehir olmak kadime tahakküm etmek anlamına gelmez. Küresel bir şehir olmak Süleymaniye’ye tepeden bakmak anlamına gelmez. Süleymaniye’nin huzurunda huşu ile durulur. Şehir ahengini korumak bizim en asli görevimiz. Sur içinde, buradan baktığınızda bile öylesine tahribatlar, yanlış yapılaşmalar oldu ki şimdi bu yanlış yapılaşmaları tasfiye edeceğiz. Tarihi dokuyu koruyacağız. Evet dünyanın en büyük havalimanına da sahip olacak İstanbul. Ama bunu aynen onun için örnek verdim fetihle, Mimar Sinan dönemi İstanbul’un nüfus artışını, dünyanın en büyük şehridir İstanbul 1597’de. Dünyanın en büyük şehri 1 milyon nüfuslu. İkincisi Pekin, üçüncüsü Kahire. Batı şehirleri daha tarih sahnesine öyle görkemiyle çıkmış değil. Mimar Sinan gibi zihinlerle biz bu şehri yeni bir sıçramanın, yeni bir kültürel mimari zenginliğin mekanı yapabilirdik. Geçmiş yüzyılda bu mümkün olmadı. Bu dönemde ise hepimizin üzerindeki en asli görev budur. Bunun geriğini yapmak durumundayız.”
MİMAR SİNAN BÜTÜN ESERLERİYLE BİZE DERS VERİYOR
Davutoğlu, medeniyet kavramının kesinlikle sloganlaştırılmaması gerektiğini vurgulayarak, tek bir dönemde, bir zirve döneminde, bir alanda zirve olunmadığını anlattı.
Mimar Sinan’ın zamanında, devlet adamlığının zirvesi Kanuni Sultan Süleyman, bir döneme mührünü vuran Sokullu Mehmet Paşa, hattın en güzel kelam, kalem ve kemali buluşturan Karahisari hazretlerinin olduğunu kaydeden Davutoğlu, bir alanda gerilenmişse diğer alanda zirveye ulaşmanın mümkün olmadığını söyledi.
Davutoğlu, devlet ahlakını en üst düzeye, siyaseti en kapsamlı alana, mimariyi de doğayla, şehirle buluşan en estetik çerçeveye, tefekkür dünyasını dünyaya ufuk saçacak en kapsamlı açılımlara, sanatı insanlığın bütününe, bütün gözlere hitap eden en deruni karaktere ulaştırmak gerektiğini kaydetti.
Yapılan işin hakkıyla, emeğe gönül katarak ortaya konulması gerektiğini anlatan Davutoğlu, “Mimar Sinan bütün eserleriyle ama özellikle Süleymaniye ile bize ders veriyor. Kubbenin bu kadar güzel bir formuyla bütün bir şehre mührünü vurması en çok onun eseridir.” dedi.
Davutoğlu, New York’a ilk gittiğinde İstanbul ile karşılaştırdığını ifade ederek, New York sokaklarında gezildiğinde insanların gökdelenlerin arasında kendisini bir hiç gibi hissettiğini, gökdelenlerin birinin en üst katına çıkıldığında ise aşağıdaki insanların bir hiç gibi göründüğünü anlattı.
“New York hiçlik ile tekebbürün zıtlığını hep yaşadı. Bizde ise mahviyet ile vakarın birlikteliği var” diyen Davutoğlu, kubbenin mahviyet ile vakarı birleştirdiğini, camiye girildiği anda gökkubbenin küçük bir timsali içinde insanın kendisini kainatın merkezinde bulduğunu söyledi.
İSTANBUL’DA TAŞ ÜSTÜNE TAŞ KOYARKEN BİN KERE DÜŞÜNMELİYİZ
Davutoğlu, hiçbir zaman kubbenin insanı gökdelenlerin aksine tahakkümle ezmeyeceğini dile getirerek, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bu kadar güzel bir eserin huzurunda ve kubbeyle minarelerin zarif buluşmasının önünde bizim mimarimize, şehir kültürümüze yeni boyutlar katma sorumluluğumuzun vaktidir. Mimar Sinan’ı anmak, onun harikalar manzumesi gibi görünen eserlerini zikretmekle olmaz. Mimar Sinan gününde Mimar Sinan’ın dünyasına, zihnine, gönlüne nüfuz ederek bunu yapabiliriz. Evet, onun ifadesiyle burada birçok hünerler vardır Süleymaniye’de. O hünerleri tek tek keşfettiğinde o asırda bu zihnin buraya nasıl ulaştığını hayretle takip edersiniz. Ses, akustik, ışık, is odalarıyla kandillerden elde edilen hattat mürekkebi olarak kullanılmasından caminin ahengine, simetrisine kadar her bir noktada bize bir ders veriyor. Her malzemenin hakkının verilmesi gerektiğini öğretiyor bize. Hiçbir şeyin insani olanın dışına çıkarılmaması gerektiğini öğretiyor. Geri dönüşüm denilen modern çevreciliğin geliştirdiği düşünce, is odaları üzerinden Mimar Sinan tarafından hayata geçiriliyor. Şefkatin en güzelleri buralarda gösteriliyor minarelerde kuşlara.”
Mimar Sinan’ın İstanbul’a hakkını verdiğini belirten Davutoğlu, her şeyi en doğru yere koyduğunu, eserlerinin ders alacak olana ders verdiğini kaydetti.
Davutoğlu, “Biz Mimar Sinan’ın hakkını vermek istiyorsak, ahirette onunla karşılaştığımızda ‘Ben size nice bir şehir bıraktım, ne hale dönüştürdünüz’ diye yakamıza yapışmasını istemiyorsak hepimiz İstanbul’da taş üstüne taş koyarken bin kere düşünüp bir kere koyacağız” dedi.
“Ne zaman İstanbul’a doğudan, batıdan, kuzeyden uçakla geldiğimde emin olun içimi hüzün sarıyor” diyen Davutoğlu, özellikle 1950’li, 60’lı, 70’li yıllardan, kendi çocukluklarından sonra gelişen çevre semtlere, doğanın, yeşilin, Büyükçekmece’nin, Küçükçekmece’nin, o güzel göllerin etrafına baktıklarında dahi ne kadar plansız ve savruk gelişmiş olduğunu görmenin ıstırap verdiğini vurguladı.
Başbakan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Bir tek Tarihi Yarımada’ya geldiğimde içimi bir surur, bir huzur kaplıyor ve ayıramıyorsunuz, ‘işte bu’ diyorsunuz, bu. Şimdi seferberlik vaktidir, Mimar Sinan’ın hakkını vermenin vaktidir. Hepimiz Mimar Sinan’ı tekrar tekrar her gün tefekkür ederek, düşünerek, gerektiğinde tabi inşallah Mimar Sinan’ın geleneği üzerinden yeni formlarla, illa Mimar Sinan’ı taklit etmeden de çok güzel mimari eserler ortaya koyarak, bu şehrin, bu tarihin, bu medeniyetin, bu idrakin hakkını vermek durumundayız. Benim sadece Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak değil, İstanbul aşığı, İstanbul’u hocası olarak gören bir kardeşiniz olarak en büyük çabam, bundan sonra bu şehre herhangi bir zarar vermeden özellikle Suriçi’nin, yeniden en iyi şekilde korunarak imar edilmesi olacak.”
İstanbul’u geliştireceklerini, yeni ve büyük bir küresel merkez haline getirme idealini de koruyacaklarını dile getiren Davutoğlu, kentin ruhunu, maneviyatını da muhafaza edeceklerini belirtti.
TARİHİMİZDEKİ BU KARA LEKEYİ SİLMEK İÇİN ADIM ATACAĞIZ
Bu çerçevede Mimar Sinan’a bir borçlarının daha olduğunu aktaran Davutoğlu, konuşmasına şöyle devam etti:
“O da aslında işte tam da modernitenin vahşi, barbar yüzü dediğim şeyi Mimar Sinan bizzat yaşamıştır. 1935 yılında dünyada ırkçılığın temel ideoloji halinde benimsendiği dönemlerde, Mimar Sinan’ın etnik kimliği üzerinde yapılan bir tartışma üzerine, onun da Türk olduğunu ispat etmek için biliyorsunuz bazıları isimlerini zikrederek burada tek tek kötü bir hatırayı yad etmek istemiyorum ama önemli üç isim maalesef Mimar Sinan’ın mübarek bedeninin bulunduğu türbeyi açarak, o mübarek bedendeki bütün bu eserleri ortaya koyan beyinin bulunduğu kafatasını ölçme cüretine kalkıştıkları bilinir ve o kafatası ölçümleriyle bir şeyi ispat etmeye çalışırlar kendilerince. Halbuki bilmezler ki insanların en önemli, en güzel yani Mimar Sinan’ın cemal olarak yani bir cemal gibi bu mekana baktığı, Allah’ın lütfü olarak baktığı bu mekan dışında, Allah’ın en büyük, yani cemalinin yansıdığı ahsen-i takvim olarak yarattığı insandır. İnsan bedenine yapılan en büyük saygısızlık yapılır, kafatası mezardan çıkartılır ve incelemek üzere götürülür. Daha sonra bu mübarek bedenin bu uzvunun bir restorasyon esnasında geri konmadığı da ortaya çıkar. Bu konuda epey bir çalışma var, nerede olduğuyla ilgili rivayetler var. Dil tarih coğrafyayla ilgili. ‘Etnografya müzesi kuracağız, oraya kaldıracağız’ dendiği söylenir. Bu hep değişik makalelerde ele alınmış, Mimar Sinan üzerine eser yazmış tarihçilerin üzerinde durduğu bir husustur. Aramızda o arkadaşlarımızdan da var olduğunu da görüyorum.”
Başbakanlık müsteşarına, bugünün bir ağır sorumluluğu olarak görev verdiğini ve bu konuda bir inceleme başlatacaklarını belirten Davutoğlu, “Mimar Sinan’ın mübarek bedeninin bu mübarek parçası, kafatası demek bile bana ağır geliyor, ifade edemiyorum. Böyle bir barbarlık, böyle bir vahşilik, böyle bir kültür tanımazlık, insana saygısızlık, cenazeye saygısızlık bu topraklarda yaşanmışsa arkadaşlar, biz Mimar Sinan’ın huzuruna varamayız. Bu tek parti zihniyetini ve onun getirdiği bütün bu ırkçı yaklaşımları, faşizan yöntemleri tarihe gömmedikçe, biz Mimar Sinan’ın, İstanbul’un, bu büyük mirasın hakkını veremeyiz.” diye konuştu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, “İnşallah bir inceleme başlatacağız. Elimizdeki imkanlarla, DNA testleri de dahil olmak üzere neredeyse o mübarek Mimar Sinan’ın o mübarek parçasını inşallah bedeninin diğer parçalarıyla buluşturup en azından tarihimizdeki bu kara lekeyi silmek için adım atacağız.” dedi.
En kapsamlı incelemeyi başlatma talimat verdiğini kaydeden Davutoğlu, “İnşallah ümit ederiz ki gelecek sene bu… Düşünün o bütün bir şehri, bütün bir medeniyeti birbirine eklemleyip bize bıraktı, biz onun vücudunu bile koruyamadık ve tarihimizin bu kara sayfası bir şekilde aydınlatılacak ve gereği yapılacak inşallah. Allah bize bu mekanın, bu mirasın hakkını vermeyi nasip eylesin.” ifadesini kullandı.
ŞEHİRLERİMİZE SAHİP ÇIKALIM
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Mimar Sinan’ın, Süleymaniye’nin huzurunda yeni bir proje başlattıklarını söyledi.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın birlikte çalışacakları Kadim Şehirler Projesi ile bütün tarihi dokuya sahip şehirlerin envanterinin çıkarılarak, hepsinin koruma altına alınacağını dile getiren Davutoğlu, bu çerçevede şehrin gelişmesiyle tarihi dokunun korunması arasında bir irtibat kurulacağını aktardı.
Davutoğlu, “Bakanlıklarımızdaki bütün yetkili arkadaşlarımıza tekrar çağrıda bulunuyorum. Şehirlerimize sahip çıkalım. Kim bu şehirleri küçük dünyevi hesaplar adına mahvetmeye kalkarsa, küçük dünyevi hesaplar adına bu mirası parçalamaya kalkarsa hepsinin karşısında, siyasi görüş ayrılığı olmaksızın şehir bilincine, tarih bilincine sahip herkes omuz omuza duralım. Bu temenniler, bu düşüncelerle bir kez daha büyük üstadı rahmetle anıyorum. Bu eserlerin kıyamete kadar bu güzel İstanbul’da kaim olmasını, bütün bu İstanbul’da gidecek nesillerin hepsinin bu eserlerden en güzel dersi alarak, bu eserlerin üstüne daha güzel eserler ama bu eserleri eserleri tahakküm etmeyecek, daha güzel eserler koymasını temenni ediyorum.” şeklinde konuştu.
Başbakan Davutoğlu, konuşmasının ardından Mimar Sinan’ın türbesini ziyaret etti.
ülaymaniye Camisi’ndeki “Medeniyetimizin Mimarı, Sinan’ı Anlamak” programından sonra Ahmet Davutoğlu, Süleymaniye’deki Bilim ve Sanat Vakfı’na geçti.
Bilim ve Sanat Vakfı’nda 1 buçuk saat kalan Davutoğlu, programının ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ziyaret gerçekleştirdi.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Ankara Ticaret Odası Congresium’da düzenlenen “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet” temalı Kutlu Doğum Programı’na katıldı.